Annan planı Kıbrıs sorunun durgun sularını bulandırdı. Planın savunucuları Kıbrıs sorununun çözümü için bu planın bir şans olduğunu ilân ediyorlar. Yunanistan Başbakanı, büyük bir şevkle, bu planın ne kadar önemli olduğu ve Kıbrıs sorununun çözümüne ne kadar yaklaşıldığı tahlillerinde bulunuyor. Bu öyle bir sorun ki, 28 yıldır tüm bölgeyi etkisi altına almış ve yakın zamana kadar da Gordiyon düğümü olarak görülmüştü.
Her türden bildik “Türk katili” (Türk düşmanı) milliyetçiler de planı “son” ihanet olarak niteleyip kılıçlarını çektiler. Kofi Annan planı, başkan Clerides ile Denktaş’ın “iş yemeklerinin” bir sonucudur ve acil bir çözüm için artan baskıları yansıtmaktadır.
Şimdi niçin acil çözüm istiyorlar?
İlk olarak kendimize şunu sormalıyız: Annan planının kabul edilmesi için bir sürü emperyalist güç niçin baskı uygulamaktadır?
Gerçekte, her emperyalist gücün acil bir çözüm istemesinin ardında kendine özgü nedenler bulunuyor. Acele etmeyen tek taraf, Kıbrıs Türk egemen sınıfıdır. Amerikalılar, İngilizler ve Avrupalılar, bütün bölgenin (Kıbrıs, Türkiye, Ortadoğu ve Arap dünyası) bir mayalanma içinde olduğunu bildikleri için acele ediyorlar. İsrail tarafından Filistinlilere uygulanan ulusal baskı patlamalı bir durum yaratmıştır. Irak’a yapılacak saldırı sorunları artıracak ve önceden kestirilemez durumlara yol açacaktır. Bölge halkları zaten yoksulluk içinde kıvranmaktadır; böyle bir saldırı bütün bölgeyi istikrarsızlığa itecek olan daha büyük bir ayaklanmanın kıvılcımı olacaktır.
Amerikan emperyalistleri, adadaki İngiliz üslerini kullanabilmek için, sakin, sorunsuz, istikrarlı bir Kıbrıs istiyorlar. Ayrıca Türkiye’nin mutlak kontrolleri altında kalmasını istiyorlar, böylece Türkiye’yi Irak’a karşı askeri bir makine olarak ve bölgedeki çıkarlarını güvence altına almak için jandarma olarak kullanabileceklerdir. Bölgedeki petrol üreticisi ülkeleri kontrol edebilmek için Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan’ın istikrarlı ülkeler olmasını istiyorlar. Avrupalı emperyalistlerin ve daha da fazlasıyla İngiliz emperyalistlerin çerçevesi de budur.
Öte yandan, Yunan hükümeti kendisi için büyük bir dert haline gelmiş olan bu soruna geçici bir çözümü dahi kabul edecektir. Bunu seçim malzemesi olarak kullanmanın yanı sıra, Yunan egemen sınıfının mallarını Türk pazarına sokmasına yardım etme amacını da güdüyorlar. Her şeyden öte Yunan hükümeti, ödüllendirileceğini umarak ve sadakatinin bir kanıtı olarak Kıbrıs’ı Amerikalı ve Avrupalı emperyalistlere “satacaktır”.
Türk egemen sınıfı ise planı kabul ederek AB’ye bir an önce girme yönünde bastırmaya çalışıyor. Böylece Türkiye, Avrupa’nın onlar için El Dorado olacağını hayal ederek, kendi söylemiyle, modern burjuva toplumunun bir parçası ve zengin bir ülke olacak. Aynı zamanda çöken ekonomilerini kurtarmak için ihtiyaç duydukları uluslararası kuruluşlardan daha büyük mali yardımlar almayı da ümit ediyorlar. Son olaraksa, Denktaş’ı ve çöken Kıbrıs Türk ekonomisini desteklemenin yol açtığı mali kanamayı durdurmak istiyorlar.
Kıbrıs’ta en güçlü sınıf olan Kıbrıs Rum burjuvazisi, planı adanın Kıbrıs Türk tarafını kendi kontrolüne almak için kullanmak istiyor. Aynı zamanda, bu planı, Kıbrıslı Türk işçileri ucuz emek gücü olarak kullanıp Kıbrıslı Rum işçilerin yaşam standartlarını düşürmek için bir şans olarak görüyorlar.
Kıbrıs Türk toplumu ortadan ikiye bölünmüş durumdadır. Kıbrıs Türk burjuvazisi planı istemiyor, çünkü Kıbrıs Rum burjuvazisi tarafından yok edileceğini/yutulacağını gayet iyi biliyor; adaya sonradan giden göçmenler de plana karşılar, çünkü Kıbrıs’ı terk etmek zorunda kalacaklar. Fakat bunların aksine, yoksul ve acımasızca ezilen Kıbrıslı Türk işçiler, planı, onları Türklerin baskısından, göçmenlerin tacizlerinden ve kendi burjuvaları tarafından acımasızca sömürülmekten kurtaracak bir çözüm olarak görüyorlar.
Bu yüzden tarafların çoğu Annan planını bir çözüm olarak görmeye hazır.
En önemli unsurlar
Plan daha baştan şunu kabul ediyor: (Kuruluş anlaşması, paragraf iii) “Tarafların kendine özgü kimliğini ve bütünlüğünü, ilişkimizin bir çoğunluk ve azınlık ilişkisi değil siyasi eşitliğe dayalı bir ilişki olduğunu kabul ediyoruz.” Bu çerçevede plan, uluslararası yasalara tâbi ve AB üyesi olacak bir “ortak devlet”in çatısı altında, biri Kıbrıs Rum diğeri ise Kıbrıs Türk “parça devletleri” olmak üzere iki yeni devletin oluşturulmasını öngörmektedir.
Kıbrıs’ta yaratılacak yeni parça devletler:
· Siyasi olarak eşit,
· Hukukun egemen olduğu,
· Laik,
· Askerden arındırılmış,
· Her türlü ayrılma, bölünme ya da bir başka devletle tamamen veya kısmen birleşmeden men edilmiş devletlerdir.
Yeni Kıbrıs Devleti (Ortak Devlet):
· İki bölgeli (her iki bölgede de etnik çoğunluk korunacak)
· İki Uluslu
· Sınırlı ulusal egemenliğe sahip bir devlettir.
Yürütme Gücü için şunlar öngörülmektedir:
· Farklı uluslardan olan Başkan ve Başkan Yardımcısı, her on ayda bir değişecek ve Başkanlık Konseyi üyeleri arasından seçilecek (Başkanlık Konseyi, Devlet Başkanı görevini üstlenmektedir.)
· Türkiye ve Yunanistan’ın izni olmaksızın toprakların uluslararası askeri harekâtlar için kullanımına izin verilmeyecek.
· Yabancı askeri güçler (Yunanistan, Türkiye, Britanya ve Birleşmiş Milletler) planın uygulanmasını izlemek ve yeni devleti sorunlardan korumak için Kıbrıs’a yerleşecekler.
· Avrupa Birliğinin üyesi olan Kıbrıs devleti, yabancı güçlerin koruması altında olacaktır. Yunanistan, Türkiye ve Britanya, Kuruluş, Garanti ve İttifak Anlaşmalarıyla yine garantör güçlerdir. Bu ülkeler, Kıbrıs’ın da katılımıyla, planın uygulanmasını denetlemek için bir komite oluşturacaklar.
Aynı zamanda, plan, Kıbrıs Rum kesiminden aşağıdakiler karşılığında Kıbrıs Türk devletini tanımasını istemektedir:
· Türk göçmenlerin bir kısmının ülkelerine dönmeleri,
· Kıbrıslı Rum mültecilerin bir kısmının evlerine geri dönmeleri,
· Mülklerin bir kısmının sahiplerinden alınarak eski sahiplerine iade edilmesi, geri kalanların ise bedellerinin ödenmesi,
· İşgal edilmiş topraklarının bir kısmının Kıbrıs Rum parça devletine iadesi.
Annan Planı bir çözüm olabilir mi?
“Emperyalizm, sermayenin ulus devletin sınırlarının ötesine geçmesi demektir; yeni bir tarihsel temelde ulusal baskının yayılması ve yoğunlaşması demektir.” (Lenin, Toplu Eserler, cilt 27)
Ulusal sorunun her ülkede ve her dönemde farklı bir nitelik taşıdığını belirtmek koşuluyla, Lenin’in kesinlikle haklı olduğunu söylemek zorundayız. Pazar ekonomisinin egemen olacağı bir Kıbrıs’ta, geçmişte var olan ve şimdi de var olmaya devam eden sorunlar daha üst seviyede yeniden üretilecektir. Kapitalizm temelinde bir federasyon düşüncesi ütopyadan başka bir şey değildir. Her ulusal burjuvazi, egemen olmak ve komşusunu sömürmek için uğraşacaktır. Kıbrıs’ın tarihi buna iyi bir örnek oluşturmaktadır. Zürich anlaşmasının üç yıl içinde çözülmesinin gerçek nedeni tam da budur. Emperyalistlerin çözüm isteklerine rağmen, Kıbrıs gelecekte patlamalı bir duruma doğru ilerleyecektir.
Olası gelişmeye bakalım. Bu çözüm çabası, dünya ekonomisi resesyona girerken geldi. Türk ekonomisi bir çöküşe doğru giderken ve Kıbrıs Türk kesimi derin bir resesyon içindeyken, sınıf kutuplaşması ve genel bir istikrarsızlık net bir şekilde ortadadır. Dünya ekonomik krizi çerçevesinde Yunan ekonomisi de bundan etkilenecektir. Herhangi bir sosyal ya da sınıfsal sorununu gerçekten çözmekten aciz olan ve büyük bir grev dalgasına maruz kalan Yunan ekonomisi zaten yavaşlama içindedir. Uzun dönemli bir boom yaşayan Kıbrıs bile büyüme oranlarında bir düşme göstermektedir, özellikle de borsa skandalının ve işçi sınıfı hareketinde ilk kıpırdanmaların görülmesinin ardından.
Türkiye’nin ve Kıbrıs’ın bölgedeki askeri harekâtlar için üs olarak kullanılması daha da büyük gerilimler yaratacak ve hatta belki de savaş karşıtı yeni bir anti-emperyalist harekete yol açacaktır.
Kıbrıs Türk burjuvazisinden daha güçlü olan Kıbrıs Rum burjuvazisi, yeni durumdan yararlanmaya çalışacaktır:
· Kıbrıs Türk burjuvazisini sınırlamaya çalışacak ve Kıbrıs Türk bölgelerince sunulan yeni fırsatları –özellikle de turizmi– kullanacaktır.
· Bir yandan Kıbrıs Rum kesimindeki işçilerin yaşam standartlarına saldırırken, diğer yandan Kıbrıs Türk kesimindeki ucuz emeği sömürmeye çalışacaktır.
Bu iki olgu, yaşam standartlarına yapılan saldırıların bir sonucu olarak Kıbrıs Rum burjuvazisi ile işçiler arasındaki çelişkiyi yoğunlaştırdığı gibi, Kıbrıs Rum burjuvazisi ile Kıbrıs Türk burjuvazisi arasındaki çelişkiyi de yoğunlaştıracaktır ve muhtemelen aynı şey Kıbrıslı Türk ve Rum işçiler arasında da yaşanacaktır. Kıbrıslı Rum işçiler yaşam standartlarının düşmesinin suçunu yanlış bir şekilde Kıbrıslı Türk işçilere yüklemeye çalışırsa ve bu düşüşün gerçek nedenlerini anlayamazsa, topluluklar arasındaki kavga kaçınılmaz olacaktır. Burada sol partilerin, Kıbrıslı Rum ve Türklerin mücadele birliğini ilerletmekte önemli bir rol oynamaları zorunludur.
Bu nedenle kapitalist çerçevede Annan planı bir ütopyadır. Aldığı geniş destek, geçici bir “tür” çözüme yol açabilir. Fakat uzun dönemde, sorunun gerçek doğası, planı fiiliyatta değersiz bir kağıt parçasına çevirecek olan uzlaşmazlıkları yoğunlaştırarak çelişkileri yeniden üretecektir.
Kıbrıs’ta sol ve bu sorundaki tutumu
Bu koşullar altında Kıbrıs Rum Solu zayıflık ve kafa karışlığı sergilemiştir. Kıbrıs’taki kitlesel sol parti AKEL, son Merkez Komitesi toplantısında, planı bir pazarlık zemini olarak müzakere edeceğini söyleyerek yine bir tutum takınmamıştır. Müzakere mantığı sınıfsal bir analizi dışlamakta ve sosyalist bir Kıbrıs için Kıbrıslı Türk ve Rumların ortak mücadelesinin gerekli olduğunu ileri sürmemektedir.
AKEL, Kıbrıslı Rum işçilerin çoğunluğunu etkisi altına almasına ve en büyük parti olması rağmen, Stalinist aşamalar teorisine sımsıkı yapışması nedeniyle, asla işçi sınıfının egemenliği ve sosyalizm için mücadele etmeyecektir. Başkanlık için merkez sağ parti DEKO’nun lideri Tasos Papadopoulos’u desteklemesi, AKEL’in politikalarının tipik bir göstergesidir. Böylece, daha baştan sınıf temelli olmayan bir analize ve kafa karışıklığına dayanan tutumu, şimdi planı müzakere temeli olarak kabul etme yönünde gelişmektedir.
Küçük bir parti olan ve sınırlı bir etkiye sahip KISOS, eski Sosyalist Parti EDEK’in sosyal demokrat mirasçısıdır ve geçmişte toplumlar arası resmi müzakerelere olumsuz yaklaşmasına rağmen, plana olumlu bir yaklaşım sergilemektedir. KISOS başkanı Omirou, planın baş destekçisi Clerides’in sağ partisi tarafından Kıbrıs Başkanlığına aday gösterilmiştir ve bu, Omirou ve KISOS’un müzakerelerin mantığına bağlı kaldıkları anlamına gelmektedir.
Denktaş ve Türk göçmenlerin baskısına maruz kalmaları nedeniyle, Kıbrıs Türk işçi sınıfı arasında plana çok güçlü bir destek vardır. AKEL ile sıkı bağları olan ve son belediye seçimlerinde belediye meclisinin büyük bir çoğunluğunu kazanan Cumhuriyetçi Parti planı desteklemektedir. İkinci büyük sol parti de, diğer küçük partiler gibi planı desteklemektedir.
Kıbrıslı Rum ve Türk işçilerin birliği
Sorun, Annan planının bir çözüm sunup sunmadığı olarak konduğu sürece, cevabımız ısrarla HAYIR olacaktır. Biz her iki topluluğun işçilerini birbirlerine yaklaştıracak bütün eylemleri destekleriz.
Bu planı oluşturanlar işçi hareketinin düşmanlarıdır; bu yüzden onlarla hiçbir ittifaka girilemez ve onların oynadıkları role ve niyetlerine güvenilemez.
Aynı zamanda, Kıbrıs sorununa kapitalizm altında bir çözüm bulma girişimlerinin, yeni çıkmazlar ve çatışmalar yaratacağını belirtmeliyiz. Şimdi burjuvazi görüşmeleri sürdürüyor ve kendi çözümünü ileri sürüyor, “bunun karşında, işçi sınıfı ve onun örgütleri, uluslararası bir sınıf programını temel alan kendi bağımsız politikalarını ileri sürmelidir. Kıbrıslı Türk işçilerin gereksinimleri ancak bu şekilde garanti altına alınabilir, böylece Kıbrıslı Rum çoğunluğun elinde baskı altına alınmış bir azınlık olmaktan kurtulabilirler.” (“Sol”, Kıbrıs Sosialistiki Ekfrasi’si, “Ulusal Sorun” üzerine, 1992.)
Sol tarafından geliştirilebilecek ortak mücadelenin tek çıkar yolu, ilk önce “ulusal politika” mantığını bir kenara atmasından ve sınıf politikası ve sınıf birliği sorununu öne çıkarmasından geçmektedir. Bu, Yunanistan, Kıbrıs ve Türkiye işçi partilerinin pratikte kendi politikalarının olması demektir. Bu partiler, işçilerin ortak çıkarları temelinde, ki bu burjuvazinin asla yapamayacağı bir şeydir, ulusal sorunun tüm yönlerine cevap verecek bir program hazırlamalıdırlar. Ancak o takdirde Kıbrıslı Türk işçiler kendi burjuvazileri tarafından “korunma” ihtiyacından kurtulabilirler ve böylece hem Kuzey hem de Güney Kıbrıs’ta, Kıbrıslı Rum işçilerle ortak bir cephe içine girerler.
Fakat işçilerin işlerini koruyan, onlara iyi bir yaşam standardı sunan, halkının barış içinde yaşadığı bir Kıbrıs, yalnızca üretim araçlarının toplumsallaştırılmasına ve merkezi bir planlı ekonomiye dayanan bir Sosyalist Kıbrıs olabilir.
Bununla birlikte, günümüz koşullarında, Sosyalist Kıbrıs’ın ekonomik sorunlarla karşılaşmayacağına ve diğer kapitalist güçlerin saldırına uğrayıp altının oyulmayacağına inanmak ütopik bir düşünce olurdu. Bu yüzden mücadele sadece Kıbrıs işçileri tarafından yürütülemez, Yunan ve Türk işçileri de bu mücadeleye katılmalıdır.
Bir yandan kapitalizm Türk ve Yunan işçileri yoksulluk ve işsizliğe iterken, bir yandan da burjuvazi sömürüyü ve kendi kârlarını artırmanın yollarını buluyor. İşçiler kendi sendikaları ve sol partileri aracılığıyla mücadelelerini birleştirmelidirler. Sorunlara kalıcı bir çözüm ancak Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs’ın Sosyalist Federasyonuyla gelecektir. Böylece düşmanlığa, bölünmeye ve çatışmalara yol açan nedenler nihai olarak ortadan kaldırılacaktır.