Türkiye deki referandumda Recep Tayip Erdoğan resmi olarak EVET oyunu kazandı. Ama bu zaferin karakteri neydi ve ne anlama geliyor?
Resmi sonuçlara göre, 48 milyon seçmenin %51.3’ü yeni anayasayı kabul etme yönünde oy verdi. Bunun anlamı ise Cumhurbaşkanına geniş yetkiler ve kontrolsuz güç sağlamaktı. Katılım oranı, Resmi olarak %84’ün üstüne çıktı ve ülkedeki atmosfer kutuplaşmıştı.
Söz konusu sadece bir yönetim sistemi değişikliği degildi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP rejiminin oyuydu. Bu ise bize toplumun iki zıt kutba bölündüğünü gösteriyor. Sonuçlarla ilgili açıklamada bulunan Erdoğan, hızlı bir şekilde savunmaya geçti, “Bu yoldayız ve artık vitesi değiştirip daha hızlı gitmenin zamanı.....Tarihimizin en önemli reformunu hayata geçiriyoruz”. Hemen arkasında, akşam saatlerinde ise idam cezasını tekrar gündeme getirdi ve olağanüstü hali uzattı.
Bu arada refarandum güçlü ve arkası sağlam bir rejim olarak sahnelenirken - bazılarının adlandırdığı gibi diktatörlük için demokratik oy- tam tersini meydana çıkardı.
Bir demokratik oy mu?
Bu oyun hiç demokratik bir tarafı yoktu. Daha önce bildirdiğimiz gibi, referandumdan önceki dönemde tüm devlet ve medya seferberliki ederek EVET oyunu güvenceledi. Hem özel hem de devlet medyası neredeyse sadece EVET kampanyasına odaklanmıştı, HAYIR kampanyasına çok az veya hiç yer verilmedi. Kampanya o kadar komik seviyelere geldi ki, artık “HAYIR” kelimesi medya tarafından yasaklı bir hale getirildi ve "Sigaraya Hayır" broşürleri toplatılıp, “HAYIR” adlı bir film ise yayından kaldırıldı!
Cumhurbaşkanı Erdoğan tehditli bir tonla “HAYIR” oyu verenleri “darbe yapanlarla“ eşit tuttu. Herkes bu tehditin ne demek olduğunu anlayabilir. 120,000 insandan fazla kişi işlerinden kovuldu ve 40,000 kişi Temmuz 2016 da gerçekleşen başarısız darbe girişimde yer almak suçundan dolayı tutuklandı. HAYIR kampanyası yapan binlerce meclis üyesi, milletvekilleri, yetkililer ve sol Kürt kökenli HDP organizasyoncuları, abartılmış suçlamalarla tutuklandılar.
Buna ilaveten ülkenin güney doğusundaki kuşatma ve açık savaş hali bölgedeki kasabalar, köyler ve mahallelerin tamamen yok edilmesine ve binlerce kişinin ölümüne ve onbinlerce kişinin evsiz kalmasına sebep oldu. Referandum kampanyası döneminde ki bu korkutma ve terör taktikleri, hem HDP'nin kampanyası ile senkronize edildi, hem de kasabalar ve köylerdeki planlanmiş organizyasonlarla sokağa çıkma yasaklarıyla senkronize bir hale getirildi. Sadece geçen haftada, 14 kasabada sokağa çıkma yasağı uygulandı. Bunların içinde Diyarbakır'ın Lice, Kocaköy ve Hazro kasabaları da vardı. Oy kullanma gününde, korkutma ve terör atmosferi büyüdü, yüzbinlerce polis ve askeri personel caddelerde "güvenliği sağlamak için" görevlendirildi.
Sonunda, eşi benzeri görülmemiş bir kararla, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) oylama işlemi başlamadan önce, zarfların ve oy kağıtlarının mühürlenmesi zorunluluğunu kaldırdı. Bu yasal olmamakla birlikte, muhtemel olarak oylarda hile yapmak için de pilanın bir parçasıydı. Böyle bir durum en son 2004'de yapılmıştı. O zamanlarda, mühürsüz oy kağıtları 145 iken, bu sefer ortalama olarak 2 ile 2.25 milyon civarında mühürsüz oy kağıtları bulunmakta(!).
Bununla birlikte bir çok video ülkenin dört bir tarafındaki hileli oyları açıkça gösteriyordu. Avrupadaki uluslararasi refarandum gözlemci organizasyon AGIT, bir çok seçim sandığına ulaşımın kısıtlandığı ya da engellendiğini rapor etti. Aynı zamanda devlet kontrolündeki Anadolu Haber Ajansı ise bazı sonuçları resmi seçim kurulu saymadan rapor etti. Özellikle kırsal Kürt bölgelerinde çok şüpheli ve olasılıksız sonuçlar rapor etti.
Video allegedly shows mass stamping of YES votes in a polling station in Eyyubiye village of Urfa, South-East Turkey. pic.twitter.com/6nQcdDqwVK
— Turkey Untold (@TurkeyUntold) April 16, 2017
Örneğin Bitlis'te, EVET oyu büyük bir farkla, %59.35 le kazandı. Fakat bu MHP ve AKP'nin Kasım parlemento seçiminde birlikte aldıkları %45.74 den ve Erdoğan'ın 2014'de Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Kürt nüfusu arasında zirvede olduğu dönemde aldığı %52.06 dan bile yüksekti. O zamandan beri Kürtlere karşı yapılan şiddetli baskıyı değerlendirirsek, bu yılki sonuç mükkemmel görünüyordu . Aynı şekilde Bitlise yakın olan Van'da da dün EVET oyu %42.72 çıktı, yine bu sonuçta iki partinin Haziran 2015 genel seçiminden aldıkları %20 den ve Kasım 2015 seçimlerinden aldıkları ortalama %30 dan da fazla çıktı. Bu rakamların şüpheli olduğunu söylemek en hafif deyimle kibarlık olurdu. Ayrıca bu rakamlar çevrede konuşulan oy hilesi suçlamalarını da destekliyordu.
Muhalefet partileri CHP ve HDP, sonuçları kabul etmeyi red edip, mühürsüz oyların geçirsiz sayılmasını istediler. HDP'nin İngilizce Twitter sayfasi %3-4 oylarda manipülasyon olduğunu iddaa ediyor. Bir çok grup ise ülke genelinde caddelere çıkıp, oyları protesto etti. Bu anormallikler ortaya çıktıkça, daha büyük ölçekli protestolar bugünde devam etti. Hiç şühpeye yer bırakmadan, eğer “oyun alanı“ eşit olsaydı, Erdoğan büyük olasılıkla oylamayı kaybederdi.
Destek düşüyor
Seçimdeki hile, terör, baskı ve oy sayımındaki manipülasyona rağmen, çok şaşırtıcı şekilde yeni anayasaya düşük bir seviyede destek çıktı. Resmi sonuçlar 10-11 güne kadar açıklanmayacak ama tablo gösteriyor ki rejime destekde büyük bir çöküş var.
Eğer Kasım 2015 milletvekili seçimleriyle karşılaştırılırsa AKP ve MHP o seçimde (EVET kampanyasının destekçileri) %61.4 oy almışlardı, dün ki EVET oylarında ise %10 düştü. Yani yaklaşık olarak 4.2 milyon oy kaybettiler.
VIDEO: In Çatbaşı village of Muş, mukhtar (village head) comes out of the voting cabin with five envelopes. #TurkeyReferendum pic.twitter.com/iXHz4gEJ2U
— Turkey Untold (@TurkeyUntold) April 16, 2017
Hükümetin en fazla güç kullandığı Kürt bölgelerinde seçmenlerin bir kısmı oy kullanmadı, yani bir nebzede olsa, seçmenlerin bir kısmını evde tutmaya başardi. Bu bölgedeki 10’ilden 9’unun belediye başkanlarını görevden alıp, yerlerine hükümet yanlısı belediye başkanları atadı. Buna rağmen, ezici bir çoğunluk ise HAYIR dedi.
En önemlisi ise; nerdeyse bütün büyük şehirler Erdoğan’a karşı. EVET'çi partiler (AKP ve MHP) geçen seçimlerde istanbul da %57.34 oy toplamasına rağmen, Erdoğan’ın belediye başkanı olarak politik kariyerinin başladığı yer olan İstanbul da, % 51.41 ile HAYIR kazandı. Hatta EVET kampanyası (%48.65) , geçen seçimlerde AKP’nin tek başına kazandığı oylardan (%48.75) daha az oy kazandı. İşçi sınıfı bölgesi olan Fatih'de EVET kampanyası 51.35 ile kazandı ama bu AKP'nin tek başına 2015’de aldığı %52.2'den de az bir oran, üstüne MHP ise o dönem %8.1'lik bir oy almıştı. Ümraniye’de, yine işçi sınıfı bir semt, ve aynı resim burada da görülüyor. EVET'lerin oranı %55.2, ama AKP'nin 2015'de aldığı %55.5'den ve MHP'nin %9.3'lük orana rağmen yine de az bir farkla kazanıldı.
Aynı sonuçlar Ankara'da da görülüyor. AKP/MHP 2015’de %63 oy toplamışlardı, ama bu referandumda HAYIR taraftarları %51.15 ile kazandı. İzmir’de de aynı şey görülüyor, CHP'nin kalesi olan İzmir, AKP/MHP ittifakı dik bir düşüş yaşayıp dün, 2015’de birlikte aldıkları %42.38'den, çok daha az bir oy( %31.2) aldılar.
HAYIR tarafı bütün önemli kentsel bölgelerde kazandı. Diyarbakır, Adana, Antalya' da aynı şekilerde kazandı. Antalya’da EVET tarafı 2015 seçim sonuçlarına göre %18.8 puan kaybedip, HAYIR oyu %59.08 ile büyük zafer ilan etti.
Bu sırada, EVET oyları genellikle Güney Doğu'dan çıkan çok düzensiz sonuçlar dışında büyük derece kırsal bölgelerden geldi. En büyük EVET puanları ise, tabi ki gelişmemiş bölgelerden geldi: Bayburt, Rize, Aksaray, Gümüşhane ve Erzurum gibi. Ama bu bölgelerde bile EVET ittifaki muazzam bir şekilde düşüş yaşadı. Son seçimlere göre, Bayburt'ta %11.58 puan, Rize de ortalama %5.7 puan, Aksaray %14.22 puan, Gümüşhane %16.27 puan ve Erzurum da ise %15.23 puanlık bir düşüş görüldü.
En önemlisi ise, AKP'nin " Anadolu Kaplanları" olan yeni sanayi kenti kalelerindeki desteğinin düşmesi. AKP Anadoludaki kapitalist sınıfın partisi ve seçimlerdeki başarısı ise büyük bir dereceye kadar, bu bölgelerdeki genç işçi sınıfına bağlı. Ve bu bölgelerde ortalama gelir AKP'nin iktidarlığından beri 4-5-6 kat yükseldi, genel ekonomik büyümeğle birlikte. Ama durgun ekonomi yüzünden mutlaka sınıflar arası gerginlik bu bölgelerde artacak ve bu gerginlik politik ve ekonomik yaşamı çok etkiliyen, ataerkil ilişkilerin kalıntılarını yıkacaktır. Bu referandum bizlere AKP'ye en önemli yerlerdeki, AKP kalpazanlardaki, ilk sınıf bölünüşlerini gösteriyor.
Tabi ki, Erdoğan Anadolu Kaplanlarin bölgelerini kazanmayı başardı, ama bununla beraber ilk defa önemli kesiminde desteğini kaybetti. Türk Jihadisimin önemli merkezlerinden ve Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesinde köprü görevi gören Gaziantep'in aldığı %62.45'lik EVET oranı iki partinin AKP/MHP’nin 2015 seçimlerinde aldığı oy oranında %8.79 puan daha az. Gaziantep'in kentsel ilçelerinden aldığı %61'lik EVET oranını ise kırsal bölgelerden aldığı oran garantiledi.
Konya’da AKP'nin aldığı EVET oranı 2015 seçimlerinde tek başına aldığı oy oranından(%74,52) 7.88 puan daha az. EVET oyu veren iki partinin ise 2015 seçimlerinden aldığı puandan da 13.4 puan daha az. Bu oy oranını ise yine aynı şekilde Konya, Meram ve Karatay & Selçuklu’nun kırsal bölgeleri yükseltti. Bütün ilçelerde EVET kazandi ama AKP’nin 2015 seçimlerinde tek başına kazandığı oy oranından daha az bir oran ile kazandı.
Kayseri deki EVET kampanyasını da 2015 seçimleriyle kıyaslarsak 16.17 puan geriledi. "Anadolu Kaplan" anahtar bölgesi olan Denizli de, ekonomik büyümesini diğer bölgelerden önce başladıği için, daha olgun bi işçi sınıfı var ve HAYIR oylarının kazanmasıyla 2015 seçimleriyle kıyasladığımızda EVET'çi partiler 15 puan bu şehirde kaybettiler. Resimi incelersek, Anadolu'daki ekonomi büyüdukden sonra ve ciddi bir politik alternatif olmayinca, işçi sınıfı AKP'nin arkasına geçti. Ama, işçiler köy hayatında uzaklaştıkça, isçilerle patronlar arasında sınıf farklılıkları daha fazla ortaya çikacaktir. Ve bu sınıf ayrımı kendisini dual bir şekilde siyasi alana yansıtıyor ve yansıtacaktır. Türkiye'de ki ekonomik kriz derinleştikçe, bu işlem güçleniyor ve Anadolu'da şiddetli bir sınıf mücadelesi başlayacak. Bu seçimler bu işlemin ilk aşamalarını gösteriyor.
EVET'çi partilere desteğin azaldığı ülkenin dört bir tarafında görülüyor. Şu anki bu desteğin hangi taraftan alındığı tam olarak belli değil ama büyük bir ihtimal her iki partiden de destek düşmüştur. İsterseniz sadece MHP'nin oy oranlarının düştüğünü düşünelim, bu yinede Erdoğan için bir uyarı çünkü, sağ milliyetçi desteğe güvenerek son iki yıldır yönetimini koruyordu. Her türlü , eğer MHP referandumu desteklemeseydi, Erdoğan'ın zaferi için çok daha fazla hilelik gerekecekti.
Alternatif Eksikliği
Erdoğan'ın, modern Sultanlık hayali için hiç bir fırsattı kaçırmayacağı çok netti. Resmen hileliğin yanı sıra, en büyük taktiği bir tarafdan ekonomik patlama mirasina, ayni zamanda Kürtlere karşı yarattığı miliyetçi histeriyata güvenmek ve obür tarafdan, yaratıği teröra güvenmek. Güvensizlik karşısında, güven sözü veriyordu. Bunun toplumun bir tabakasını açıkça etkilediğini görüyoruz, özellikle de ülkenin kırsal bölgelerinde. Ama bu etki ihmal edilebilirdi.
Erdoğan'ın yenilmemesinin en büyük sebepi, sağlam bir muhalefet kampanyasının olmamasıydı. HDP muazzam derecede sakat bırakılıp, iç savaşı Kürtlere karşı kamçılanmış aşırı bir ruh hali yaratmişti, ayrıca HDP’nin gördüğü engelleme bütün organizyasyonu felç etmişti. Aynı zamanda parti politik izolasyondan kurtulamayıp, medyadaki uğradığı günlük saldırılarda, bir Kürt terörist organizasyonu olmadığını savunamadı.
Şu an, Kürt sorunu tamamen Erdoğan’ın kaderine bağlı. Eğer ki Kürtlere karşı sürdürdüğü iç savaş olmasaydi ve bu işçi sınıfın içinde yaratığı ulusal bölünmelere yol açmasaydı, kesinlikle iktidarda kalamazdı. Ne yazık ki, ana muhalefet partisi CHP, Erdoğan'ın oyununa gelip, onun söylemlerini benimseyerek Kürtlere karşı bir çok kanunu destekledi. Hatta, referanduma karşı protestolarindan, CHP ne nüfusun beşde birini oluşturan, Kürtlere karşı yapılan iç savaşa, ne de parlementonun dördüncü en büyük partisi, HDP'nin gördüğü acımasız baskıya tek kelime dahi etmedi.
Her şeyden önemlisi, şu anki CHP liderliği beceriksizlikte kendini aştı. Erdoğan referandum için devletin bütün birimlerinin gücünü harakete geçirirken, CHP liderleri devlet adamına yakışır imajını korumakla uğraşıyorlardı. Kemal Kılıçdaroğlu'nun “sadık bir muhalefet” olarak Erdoğan rejmini meşrulaştırıcı eylemlerde bulunması CHP'deki Kılıçdaroğlu destekçileri arasında Kemalist köklere karşı gelindiği söylenerek bir kızgınlık ortamı yaratıyor. CHP lideri Erdoğan'ın yeni bir sultanlık hayalinden çok, caddelerde kamçilanmiş kontrol edilemeyen büyük bir kitle hareketinden çok daha fazla korkuyorlar. Erdoğan bile CHP muhalafetliğini ciddiye almıyor. Kılıçdaroğlu'nun oyların geçersiz sayılma çağrısına basitçe “Uğraşmasınlar bile, boşuna olur. Çok geç artık“ diye bir yanıt vermişti.
Diktatörlük mü?
Erdoğan'ın umudu referandumda halkın desteğini yüzde atmışa yükselteceği yönündeydi , ama net bir şekilde görülüyor ki, yüzde eliyi zor geçebildi. Bu durum güçlü ve canlı bir rejme işaret etmiyor. Aksine, zayıflayan ve bu nedenle etrafa saldıran bir rejimin yansımasıdır. CHP yönetimin içindeki büyük burjuva, geleneksel Kemalistlerin, en çok korktuğu Erdoğan'ın aşırı güçlenmesi değil, ama Erdoğan’ın resmi bir burjuva demokrasisinden uzaklaşmak ve aynı zamanda Türk kapitalizminin “emniyet vanalarının” elenmesi. Erdoğan'ın yönetimi bonapartlaştıkça ve rejimini sürdürecek destek azaldıkça “düzenli” -devrimsiz- bir geçişi sağlama teminati azalıyor.
Erdoğan'ı ilk başlarda güçlendirip, yönetime getiren, onu popüler yapan, halkın askeriyeye ve kuruluşa karşı olan tutumu oldu. Erdoğan’nın popülerliği ise Türk tarihinin en uzun ekonomik patlamasi sayesinde devam etti. Ama 2013’den bu yana başlayan büyüme durgunluğu, Gezi Park protestolarının patlaması ve Türkiye'nin Suriye savaşına dahil olması ile Erdoğan, artık desteğini kaybetmeye başladı. Bu referandum onun rejimi için bir zafer gibi görünsede, sadece bu prosesin devamını gösteriyor.
Erdoğan önündeki bir çok krizleri yeni krizler yaratarak önlüyor. Bu sorunlar; Süriye' deki savaş, Kürtlere karşı savaş, ve kredi-emlak piyasasındaki muazzam daralma kendiliğinden çözülmeyecektir. Aynı zamanda, Kürt özgürlük hareketi, devletin içindeki farklı fraksiyonlar ve egemen sınıfla dövüşürken, son 20 yıldır aşırı büyüyen ve 1980’den beri bozguna uğramayan, Türk işçi sınıfını hesaba katmıyor. Eğer Erdoğan sağlam bir diktatörlük kurmak istiyorsa, önce bu sınıfı ezmesi lazım, fakat böyle bir kalkışma onun, kendi sonu olur. Bu süreç boyunca alternatif politik görüş eksikliğiyle, rejim aynı yolda devam edecektir ve karşısına çıkan her krizle biraz daha da zayıflayacaktır.