Pazartesi günü IDF'nin Refah'ta yerinden edilmiş sivillerin kaldığı bir çadır kampına düzenlediği ve en az 45 kişinin ölümüne neden olan hava saldırısının ardından dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca insan toplu halde dehşet içinde kıvrandı. Sosyal medya, uyurken öldürülen kömürleşmiş ve parçalanmış erkek, kadın ve çocuk görüntüleriyle doldu. Lenin bir keresinde kapitalizmin sonu olmayan bir dehşet olduğunu yazmıştı: Gazze'de bu sözler tüm dünyanın görmesi için ateş ve kan diliyle ifade ediliyor.
Daha önceki haftalarda da bildirdiğimiz üzere, güneydeki Refah kentinin, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik amansız savaşı nedeniyle yerinden edilen Filistinliler için bir sığınak olması gerekiyordu zira bu savaş Gazze Şehri'ni enkaza çevirerek ve en az 100,000 kişinin ölümüne ve sakat kalmasına neden oldu. Ancak İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, İsrail'in Hamas'ı yok etme hedefine ulaşmak için bunun gerekli olduğunu iddia ederek uzun süredir güney kentini işgal etmekle tehdit ediyor.
Haftalarca oyalanmasına ve İsrail'in Batı'daki müttefiklerinden operasyona devam etmemesi yönünde baskı görmesine rağmen (Filistinlileri düşündükleri için değil, durumun kontrolden çıkmasından korktukları için), üç hafta önce İsrail'in Mısır'la olan geçiş noktasını ele geçirmesiyle operasyon başladı. O zamandan bu yana şehir ağır hava bombardımanına maruz kaldı ve şimdi de tanklar şehrin merkezine girdi.
Bir milyon Filistinli son üç hafta içinde Refah'tan kaçtı, zaten son yedi ay içinde birçok kez bir yerden diğerine sürülmüşlerdi. Peki bu çaresiz insanların şimdi nereye gitmesi gerekiyor? Onları kuzeyde bekleyen tek şey bombalanmış enkaz, patlamamış mühimmat ve bombalar, su ve tıbbi tesisler gibi temel altyapıların tamamen yokluğu. Yardımlar yok denecek kadar azaldı ve açlık yaygın. .
Refah'ta kalanlar Mısır'a kaçamıyor çünkü geçiş İsrail'in kontrolünde. Pazartesi günü yaşanan trajik olaylarda gördüğümüz gibi, şehrin 'güvenli' bölgelerinde bile, gecenin köründe kafalarına atılan 2000 kiloluk bombalarla parçalanmaya ya da canlı canlı yakılmaya hazır bekliyorlar. Başka bir deyişle: seçenekleri oldukları yerde kalıp ölümü göze almak ya da kaçıp ölümü göze almak.
Pazartesi günü bombalamayla ilgili bir açıklama yapan IDF, iki Hamas komutanını hedef alan “istihbarata dayalı bir saldırı” gerçekleştirdiğini iddia etti. İsrail hükümet sözcüsü Avi Hyman'a göre, Tal al-Sultan mahallesindeki bir BM tesisi yakınında yerinden edilmiş insanların çadırları arasında “bir şekilde yangın çıktı”.
Görgü tanıklarının aksi yöndeki ifadelerine rağmen İsrail, saldırının sivillerin tahliye edilmeye teşvik edildiği el-Mevasi'deki insani yardım alanında meydana geldiğini reddediyor. IDF açıklamasında sivil zayiatlardan kaçınmak için “önlemler” alındığı ve “olaya karışmamış sivillere zarar gelmeyeceğinin değerlendirildiği” iddia edilirken, “çatışma sırasında olaya karışmamış sivillere zarar gelmesinden üzüntü duyulduğu” belirtildi.
Bu mide bulandırıcı yalanlar İsrail'in savaş boyunca sergilediği tutuma ters düşmektedir. Şu ya da bu Hamas komutanını öldürmek için Gazze'deki mülteci kampları, hastaneler, sivil apartmanlar, camiler ve BM tesisleri kaç kez bombalandı? Pazartesi günü yaşananlar İsrail için normal ve standarttır. Refah'ta bulunan bir UNRWA temsilcisinin BBC'ye söylediği gibi: “Gazze'de hiçbir yer güvenli değil. Yardım görevlileri de dahil olmak üzere hiç kimse güvende değil.”
IDF her zamanki gibi “pişmanlık” gösterisini bir “soruşturma” yürütme sözüyle birleştirdi. Bu şarkıyı daha önce de duymuştuk: ne zaman bir savaş suçu işlense, IDF yanlış bir şey yapılmadığı sonucuna varmadan önce söz verdiği soruşturmayı rafa kaldırır. Örneğin popüler Filistinli gazeteci Shireen Abu Akleh'in bir IDF keskin nişancısı tarafından öldürülmesi ve Nisan ayında Gazze'nin kuzeyinde bir kontrol noktasına doğru ilerleyen 15 sivilin vurulması sonrasında da böyle olmuştu. Bu rutinin pek çok örneği var ve şimdi farklı bir şey düşünmek için hiçbir neden yok.
Netanyahu kendini kurtarmak için katliam yapiyor
Netanyahu, nadir görülen bir hareketle, İsrail parlamentosuna bombalamayı “trajik bir hata” olarak nitelendirdiği ve ordunun olayı soruşturma sözünü yinelediği kişisel bir açıklama yaptı. Filistinlilerin ölümleri konusunda genellikle pişmanlık duymayan Netanyahu'nun bu tutumu kamuoyunun baskısını yansıtmaktadır. İsrail'in işlediği suçların içeride ve dışarıda baskıyı arttırdığı bir dönemde, bu son vahşetin yarattığı öfkenin bir kanıtıdır.
IDF'nin Refah'taki operasyonlarının başlangıcında yazdığımız gibi, Netanyahu'nun düşünceleri öncelikle iç politika tarafından yönlendiriliyor. Hamas'ı yok etmekte başarısız olan savaşın gidişatı ve örgütün elindeki İsrailli rehinelerin iadesi konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmemesi nedeniyle giderek artan bir öfkeyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Anketlerdeki konumu ve Benny Gantz'ın etrafındaki ana muhalefet bloğunun savaş biter bitmez erken seçime gitmekle tehdit etmesi göz önüne alındığında Netanyahu geleceğinin çatışmanın uzamasına bağlı olduğunu biliyor.
Aynı zamanda koalisyon hükümeti, Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich gibi niyetlerini açıkça ortaya koyan aşırı sağcı aşırı Siyonist haydutların desteğine dayanıyor. Gazzeve işgal altındaki diğer topraklarda bulunan Filistinlilerin tamamen tasfiye edilmesi ve/veya sürülmesiyle yeni bir Nakba istiyorlar. Bu aşırı gericiler, kalıcı bir ateşkes yönünde herhangi bir ilerleme kaydedilmesi halinde Netanyahu yönetimini düşürmek ve yeni seçimleri zorlamakla tehdit ettiler.
Dahası Netanyahu, görevde kaldığı sürece önleyebileceği çok sayıda yolsuzluk davasının da merkezinde yer alıyor. Bu nedenle, Refah'ın tamamen işgalini kovuşturma ve savaşı mümkün olduğunca uzun süre devam ettirme konusunda kararlı, bunun getireceği tüm ölüm ve yıkımla birlikte. Başka bir deyişle Netanyahu, binlerce masum Filistinlinin kanıyla siyasi kariyeri ve kişisel özgürlüğü için bir can simidi satın alıyor.
Bu uzlaşmazlığın sonuçları İsrail'in sınırlarının çok ötesine ulaşmaktadır. Ortadoğu'daki Arap kitleler Filistinlilere karşı derin bir sempati ve dayanışma duygusu hissetmektedir. IDF'nin Gazze'de yarattığı her yeni dehşet Ürdün, Mısır, Kuveyt, Suudi Arabistan ve benzeri despotik rejimlerin ayaklarının altında kaynayan öfkeyi daha da arttırıyor.
Bu ülkeleri yöneten kapitalist diktatörlerin hepsi Gazze Savaşı ile ifşa oldular. Her ne kadar 'Müslüman kardeşlerinin' içinde bulundukları kötü duruma sözde destek verseler de, hepsi çatışmadan önce İsrail ile ilişkilerini 'normalleştirme' sürecinden geçiyordu. Sonrasında ise en iyi ihtimalle Filistinlilere yardım etmek için hiçbir şey yapmadılar, en kötü ihtimalle de Siyonist rejime doğrudan yardım ettiler. Mısır'daki askeri cunta örneğinde olduğu gibi, Filistinlileri çevrelemek için sınır muhafızları olarak hizmet ettiler; ya da Ürdün monarşisi örneğinde olduğu gibi, Filistinlilerin katledilmesine misilleme olarak Hizbullah güçleri tarafından atılan roketlerden İsrail'i korumaya yardımcı oldular.
Bu ülkelerde Filistinlileri korumak için harekete geçilmesini talep eden protestolar patlak verdiğinde, polisler bu protestoları bastırmak için gönderilerek artan öfkeye katkıda bulundu. Netanyahu daha da sertleşmeye devam ederse, toplum içindeki baskıyı kontrol altına almak bu rejimler için giderek daha da zorlaşacaktır. Savaşın Gazze'nin dışına taşması ya da 2011'den sonra Ortadoğu'yu kasıp kavuran devrimci dalgaya benzer, ama daha yüksek düzeyde yeni bir devrimci dalgayı tetikleyebilecek bir patlama tehlikesi var.
Emperyalistler kontrolden çıkan durum karşısında endişeli
Bu olasılık, İsrail'in bu savaştaki acımasız tutumunun etkisinden giderek daha fazla endişe duyan Batı'daki emperyalistlerin dikkatinden kaçmadı. İstedikleri son şey, bölgedeki çıkarlarını tehdit edebilecek ya da kırılgan dünya ekonomisini tam bir çöküşe itebilecek daha geniş çaplı bir savaş ya da devrimci patlamadır.
Ayrıca kendi iç politikalarındaki gelişmelerden endişe duyuyorlar. Bir ülkeden diğerine, yedi ay boyunca Gazze ile dayanışma için sürekli protestolar ve yürüyüşler düzenleniyor. Bu hareket, dünya çapında 100'den fazla üniversite kampüsünde kurulan güçlü bir öğrenci kampları dalgasıyla daha da güçlendi. Bu mücadele, İsrail uluslararası hukukun her ilkesini alaya alırken, acımasız polis baskısına, basın iftiralarına ve temelsiz yasal saldırılara maruz kaldı.
Tüm bunlar dünya çapında işçilerin ve gençlerin öfkesini daha da derinleştirdi ve emperyalistlerin ve müttefiklerinin çıkarları tehdit edilmedikçe ifade özgürlüğüne ve protestolara izin verilen sözde kapitalist demokrasinin sahtekarlığını gözler önüne serdi.
Pazartesi günü Refah'tan gelen cehennem manzaraları alevlerin üzerine benzin dökme riski taşıyor. Batı’nın egemen sınıfları paniğe kapıldı ve bugüne kadar İsrail'i sonuna kadar destekleyen politikacılar (Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron dahil) IDF'yi eleştiren ve ateşkes çağrısında bulunan acele açıklamalar yayınladılar. Tüm bunlar Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin savcılara Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında savaş suçu işledikleri gerekçesiyle tutuklama emri çıkarma izni vermesinin ve İsrail'e Refah'taki operasyonlarını durdurma emri vermesinin ardından yaşandı.
İsrailli liderler buna tipik bir küçümseme ile karşılık vererek dünyanın en yüksek mahkemesini “antisemitizm” ile suçladılar. İrlanda ve İspanya hükümetlerinin Filistin devletini tanıma kararları da benzer şekilde Tel Aviv'in bunun “terörizmi ödüllendirmekle” eşdeğer olduğu yönündeki feryatlarıyla karşılandı.
ABD Başkanı Joe Biden, UCM'yi kınayarak ve İspanya ve İrlanda hakkındaki şikayetleri yineleyerek İsrail'i savunsa bile, gerçek şu ki ABD emperyalizmi Orta Doğu'daki ana müttefikine karşı giderek daha öfkeli hale geliyor. Hiçbir sert söz Netanyahu'yu şu anki rotasından caydıramıyor. Sorun şu ki, Amerikalıların İsrail'e karşı kullanmaya hazır oldukları tek şey sert sözler. Gerçekten de, Refah'ta yanmış cesetler için dökülen timsah gözyaşlarına rağmen, İrlanda ve İspanya da dahil olmak üzere tüm Batılı hükümetler İsrail'in Gazze'deki savaşını silahlandırmaya ve finanse etmeye devam ediyor. Kendilerini Netenyhau'nun katil Siyonist rejimine bağlamış durumdalar ve hiçbiri Filistinlileri korumak için ciddi bir tedbir almaya hazır değil.
Son günlerde gördüğümüz üzüntülü açıklamalar, kendi ülkelerindeki kitlelere bir rüşvettir?. Gazze, İngiltere ve ABD de dahil olmak üzere, ana akım partilerin Filistinlilerin hayatlarının değerli olduğu fikrine en azından lafta önem vermeye zorlandıkları bir faktördür.
Biden, gençlerin ve Müslümanların oyları aleyhine döndükçe kilit eyaletleri kaybetmekle karşı karşıya. İngiltere'de hem Muhafazakârlar (Toryler) hem de İşçi Partisi (savaşın başından bu yana İsrail'in tam arkasında durdular) Gazze'deki durumdan duydukları 'endişeyi' dile getirdiler. Bir mucize olmazsa 4 Temmuz'daki genel seçimleri açık ara kazanması kesin gibi görünen İşçi Partisi'nin bazı milletvekilleri sosyal medya üzerinden Refah'taki ölümlerden duydukları üzüntüyü dile getiren, ateşkes, iki devletli çözüm ve “güvenli bir İsrail” çağrısında bulunan benzer açıklamalar yayınladı.
İşçi Partisi lideri Keir Starmer'ın İsrail'in Gazze'yi kuşatmaya “hakkı” olduğunu söylemesi ve her fırsatta İsrail'in soykırım yaparken “kendini savunma” hakkını teyit etmesinin ardından kimse bunu ciddiye almıyor.
Bu iğrenç ikiyüzlüleri alaşağı edin!
Burjuva basını da benzer şekilde ağız değiştirmeye başladı; Piers Morgan gibi gerici yorumcular birdenbire “bir mülteci kampında sinmiş bunca masum insanı katletmenin savunulamaz olduğunu” keşfettiler. Morgan'ın İsrail'in Nuseirat Mülteci Kampını ya da El-Maghazi mülteci kampını bombaladığında ya da sivil bir hedefi yok ettiği diğer zamanlarda neden böyle bir ahlaki netlikten yoksun olduğunu merak ediyoruz.
Tüm bu iğrenç ikiyüzlülüğün ardında, Filistin sorununun dünyanın her ülkesindeki sınıf mücadelesinde bir faktör haline geldiği gerçeği yatmaktadır. Kapitalizmin genel krizinin ortasında, bitmek bilmeyen savaş, yoksulluk, istikrarsızlık ve adaletsizliğe karşı duyulan tüm öfke ve hoşnutsuzluğun paratoneri haline gelmiştir.
Dahası, milyonlarca insan demokrasiyi ve kurallara dayalı düzeni savunduğunu iddia eden ancak çıkarları söz konusu olduğunda her ikisini de bir kenara atan bir sistemin çifte standartlarını gözlerinin önünde görmektedir. Refah'taki bombalama olayı Ukrayna'da bir mülteci kampında, bir okulda ya da bir hastanede gerçekleşmiş olsaydı, Batı basınında ve siyaset kurumunda Rusya'nın işlediği bir başka savaş suçunun kınanması ve derhal yaptırım uygulanması çağrısında bulunulması tartışma konusu olmazdı. Oysa İsrail'in yapması gereken tek şey yarım ağız bir özür yayınlamak ve bu zahmetinin karşılığını kesintisiz bir para ve mühimmat akışıyla almak.
Yüzlerce sivilin öldürüldüğü 7 Ekim olayları Batı basını tarafından istismar edildi ve Hamas'ın vahşeti hakkında, bazıları hiçbir zaman kanıtlanmamış, bazıları da o zamandan beri çürütülmüş olan korkunç ayrıntılarla histeriyi körüklemeye başladılar. Bunun amacı, Gazze nüfusunun tamamını barbar “insan hayvanlar” olarak tasvir ederek İsrail'in Filistin halkına yönelik misilleme ve toplu cezalandırmasını önceden haklı çıkarmaktı. Düzinelerce gazetede yer alan uydurma iddialardan biri de Hamas'ın 7 Ekim'de bebeklerin kafasını kestiğiydi. Şimdi, IDF bombalarıyla kafaları kesilen Filistinli bebeklerin inkar edilemez görüntüleri herkesin görebileceği şekilde ortadadır.
Basında bazı ağıtlar yer alsa da, 7 Ekim'den sonraki propaganda selinin ölçeğinde bir şey görmedik. İsrail bu talihsiz 'olayı' sessizce halının altına süpürmeye çalıştığından, bunun önemli bir sonucu da olmayacaktır. Son yedi ayda yaşanan olayların bize öğretmesi gereken tek şey, dökülen hiçbir masum Filistinlinin kanının egemen sınıflarımızı ciddi adımlar atmaya teşvik etmeyeceğidir. Batı'daki emperyalistlerin Orta Doğu'daki Siyonist rejimiyle, kilit müttefikleriyle, bağlarını koparmaya zorlanmasına neden olacak ahlaksızlığın siniri yoktur.
Bu da Filistinlilere yardım etmenin tek yolunun işçilerin ve gençlerin mücadeleyi dünyanın her ülkesindeki emperyalist egemen sınıflara taşımaları olduğu anlamına gelmektedir. Savaş çığırtkanlarına karşı genel bir siyasi greve kadar uzanan, kilit sektörleri hedef alan eşgüdümlü bir grev eylemiyle İsrail savaş makinesi tecrit edilebilir. Filistinlileri kabuslarından kurtarmak ve yaşadıkları zorlukların nihai nedeni olan kapitalist sisteme son vermek için Ortadoğu'da ve tüm dünyada devrimci bir mücadele gereklidir. Kaybedecek zamanımız yok.