Kapitalist sistem bir krizden diğerine yalpalarken, eski çelişkiler yeniden ortaya çıkıyor. Dünyanın her yerinde istikrarsızlık, kutuplaşma ve büyük siyasi değişimler yaşanıyor. Bu sürecin bir parçası olarak, çözülmemiş ulusal sorunlar, Katalonya'dan Kürdistan'a ve İrlanda'ya kadar tüm dünyada yenilenen bir güçle bir kez daha patlak veriyor.
Ve bu dev değişimler sadece ulusal sorun üzerinde gerçekleşmiyor. Sanders'tan Corbyn'e ve Podemos'a kadar yeni siyasi hareket ve oluşumların ortaya çıkışı, sistemin açmazını ve açık, devrimci bir programa sahip bir partiden yoksun kitlelerin bir çıkış yolu aradığı gerçeğini yansıtıyor.
Marksist yöntem
Marksistler için ulusal sorun, en zorlu ve karmaşık sorulardan birini sunar - bunun için "her şeyi kapsayıcı" bir formül yoktur. Bu soruyu ele alırken, birinci ilkemiz her zaman tüm dünya işçi sınıfını kapitalizmin yıkılması için mücadele etmek için birleştirme hedefidir.
Genel olarak, Marksistler sınırları ortadan kaldırmak isterler, yenilerini ortaya çıkarmak değil. Yine de, özellikle Lenin ve Bolşevikler tarafından geliştirilen Marksistlerin tutumu, ayrılma (özerklik) noktası da dahil olmak üzere ulusların demokratik kendi kaderini tayin hakkını savunmak olmuştur. Bu bariz bir çelişki sunabilir. Sonuçta: tüm sınırlardan kurtulmak istemiyor muyuz? O zaman neden yenilerini kurma hakkını savunalım?
1903'te, (Bolşeviklerin bir hizbinin olduğu) Rus Sosyal Demokrat Partisi (RSDLP) tam olarak bu sorunu tartıştı. O zamanlar Rusya, Ukraynalılar, Gürcüler, Beyaz Rusyalılar, Litvanyalılar, Yahudiler ve diğer ulusal azınlıkların korkunç baskısı nedeniyle “uluslar hapishanesi” olarak adlandırılırdı. Rus Marksistleri, Çarlık baskısına karşı, ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmayı bayraklarına ve afişlerine işlediler.
O zamanlar bu duruşa, Polonya milliyetçiliğine karşı şiddetli bir mücadele yürüten Rosa Luxemburg karşı çıkmıştı. Bu tartışmada, Lenin, Polonya milliyetçiliğinin altını oymanın en iyi yolunun, tam da Rus işçi sınıfının (ezen ulusun işçi sınıfı), Rus Çarlığının ulusal baskısını sürdürmekte hiçbir çıkarlarının olmadığını açıkça ilan etmesi olduğunu doğru bir şekilde işaret etti. Ezilen ulusların demokratik ayrılma hakkını savunma politikasının temeli ortak düşmanlarına karşı işçi sınıfının birliğini güçlendirmeyi amaçlıyordu.
Bu yöntemin %100 doğru olduğu kanıtlanmıştır. Bu politika olmasaydı, 1917 Rus Devrimi'nin patlak vermesi muhtemelen çeşitli cumhuriyetlerin Sovyetler Birliği'nden kopmasına yol açacaktı. Bu ulusal hareketler, Bolşeviklere saf bir "Rus" partisi olarak güvensizlikle bakarlardı.
Başka bir deyişle, Marksistlerin ulusal soruna bakış açıları tam olarak ulusal düşmanlık ve güvensizliğin yıkılması ve böylece gerçek, uluslararası sınıf birliğini elde etmek için yüzeyin hazırlanması noktasından ele alır.
Marx ve ulusal sorun
Bununla birlikte, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunmak, her zaman bağımsızlık ve ayrılık için tartışmak demek değildir. Buna boşanma üzerinden bir benzetme yapabiliriz. Elbette evlilikte her iki tarafın da boşanma hakkını savunuyoruz. Bu, her evliliğin boşanmayla sonuçlanması gerektiği anlamına mı geliyor? Tabii ki değil!
Marksistlerin şu ya da bu durumda halkların kendi kaderini tayin hakkını savunup savunmadıkları sorusu her zaman var olan somut bir sorudur. Birkaç kez Marx, Engels, Lenin ve Trotsky, Avrupa'daki ulusal hareketleri desteklemek veya bunlara karşı çıkmak için fikirler ortaya attılar. Kriterleri her zaman şuydu: Bu, işçi sınıfının çıkarlarına nasıl hizmet ediyor?
Örneğin, 1840'larda Marx, İngiliz işçi mücadelesinin (örneğin Çartizm hareketi) zaferi için verilen mücadelenin İrlanda özgürlüğü için birincil derecede önemli olduğu görüşündeydi. Ancak 1860'larda bunun tam tersi bir görüşe vardı: İrlanda'nın İngiltere'den ayrılması, İngiltere'deki sosyalist devrimin gerekli önkoşuluydu.
Marx, İrlanda'nın ayrılmasının İngiltere'de nasıl devrimci sonuçlar doğuracağını açıkladı. Kiraya verdiği topraktan uzakta yaşayıp ondan gelir elde eden İngiliz toprak sahiplerinin toprakları, İngiliz ordusunun çekilmesiyle tamamen korumasız kalacaktı. Bu nedenle bağımsızlık İrlanda'da bir tarım devriminin işareti olacaktı. İrlanda'daki İngiliz toprak ağalığının devrimci yenilgisi, bizzat İngiltere'de kapitalizmin yıkılmasının başlangıcı olacaktı.
İrlanda'nın ayrılmasının işçi hareketi için başka olumlu etkileri de olacaktır. İrlanda'nın baskılanması, Britanya'daki şehirlerdeki İngiliz ve İrlandalı işçiler arasında artan ulusal gerilimlere yol açtı. Kapitalist sınıf bu düşmanlıkları nasıl kullanacağını biliyordu. İrlanda'nın ayrılması, ulusal nefret besleyen yığınları temizlemeye ve İngiltere'de de İrlandalı ve İngiliz işçiler arasındaki birliğin zeminini hazırlamaya yardımcı olabilirdi.
O zaman, Marx ve Engels'in İrlanda'nın bağımsızlığını enternasyonalist bir perspektiften nasıl desteklediğini görüyoruz. Bugün ulusal sorunun pek çok tezahürünü değerlendirirken, büyük Marksist önderlerin yazıları, bu sorunun ele alınmasında zengin bir deneyim, esneklik ve duyarlılık emsali oluşturuyor.
Ulusal sorun yeniden ortaya çıkıyor
Ulusal sorunun yüzyıllardır “çözüldüğü” düşünülen ülkelerde bile yeniden ortaya çıkması, bugün için krizin derinliğinin bir kanıtıdır. İngiltere ve Galler ile olan birliğin - yakın zamana kadar böyle devam eden - 300 yıldır nispeten tartışmasız bir şekilde var olduğu İskoçya'da bile durum böyledir.
O zaman ulusal sorun neden yeniden ortaya çıktı? Nedeni temelde ekonomik durumda yatmaktadır. 1970'lerdeki kriz, Britanya genelinde işçileri içeren bir sınıf mücadelesi dönemine yol açtı. Ancak işçi hareketinin 1980'lerde karşılaştığı yenilgilerle (madenciler, matbaacılar, liman işçileri vb.) koşullar öylece durmadı. İnsanlar sorunlarına cevap aramaya devam ettiler.
İşçi sınıfı reformist liderliği nedeniyle bir çıkış yolu bulamazsa, küçük burjuva ve burjuva milliyetçilerinin bir çıkış yolu sunar gibi görünmesiyle ulusal sorun büyük ölçüde yeniden ortaya çıkabilir. İskoçya'da görülen durum da buydu. Geçmişte İskoç Ulusal Partisi (SNP) sağcı bir parti olarak görülüyordu. Oradaki deyimle 'Tartan Tories' olarak anıldılar ve işçiler arasında çok az destek gördüler.
Ancak Blairizm'in yükselişiyle birlikte SNP, soldaki İşçi Partisi'ni geride bıraktı. İskoç milliyetçileri, İşçi Partisi'nin on yıllardır hiçbir çözüm sunmadığı sorunlara İngiltere'den ayrılma sözü vererek çözümler sunabildiler. Bu nedenle, politik olarak en bilinçli işçi ve gençlerin çoğu, İngiliz kapitalizminin kendilerine dayattığı kemer sıkma, yoksulluk ve acılara olası bir çözüm olarak İskoç bağımsızlığına yöneldiler.
Marksistler için temel pozisyonumuz değişmez. İşçi sınıfının birliğinden yanayız. Avrupa Birleşik Sosyalist Devletlerinin bir parçası olarak birleşik bir İskoçya, İngiltere, Galler ve İrlanda Sosyalist Federasyonundan yanayız. Kapitalizm temelinde oluşan bir “bağımsızlığın” hiçbir şekilde bağımsızlık olmadığını açıklamaya devam ediyoruz. İskoç işçilerin kaçmak istediği kemer sıkma, yoksulluk ve sömürü, kapitalizmin krizi tarafından yönlendirildiği için devam edecek.
Ancak 2014 İskoç bağımsızlık referandumu belirleyici bir dönüm noktası oluşturdu. “Hayır” oyu az farkla kazanmış olsa da, işçi ve gençlerin oluşturduğu kitleler siyaset sahnesine girdi ve onların bağımsızlık anlayışları hiçbir şekilde sağcı milliyetçilerin savunduğu “bağımsızlık” türüne tekabül etmedi.
“Sosyalizm bütün bu sorunları çözecektir” diye el sallayarak bu milli özlemleri boşa çıkaramayız. Bu nedenle Marksistler, bu ülkerlerdeki sosyalist dönüşümün bir parçası ve sosyalist bir federasyona doğru bir adım olarak bağımsız bir İskoçya İşçi Cumhuriyeti sloganını yükseltiyorlar.
Fakat yine de hikaye bir son noktaya ulaşmadı. Ulusal sorun, kapitalizmin kendisi yıkılana kadar gelişmeye devam edecek. Önümüzdeki dönemde, Britanya genelinde yükselen sınıf mücadelesinin - özellikle de solcu bir İşçi Partisi hükümetinin seçilmesinin - bağımsızlık hareketini bir süreliğine duraklatabileceği göz ardı edilmemektedir. Ancak bu, büyük ölçüde, Britanya'daki İşçi Partisi liderlerinin ilerici bir öze sahip olan İskoç işçilerin ulusal özlemleriyle hassas bir şekilde başa çıkma yeteneklerine bağlıdır.
2014'te İskoç milliyetçiliğine en büyük itici gücün, “Birlikte Daha İyi” kampanyasının bir parçası olarak Muhafazakarlarla aynı platformda yer alan Blairciler tarafından sağlandığı da söylenmelidir.
Corbyn'in seçilmesine ve bir solcunun - Richard Leonard'ın İskoç İşçi Partisi lideri olarak seçilmesine rağmen, ikinci referandum hakkının devamlı olarak reddiyle gördüğümüz gibi ulusal sorun söz konusu olduğunda parti liderleri bu konuda kör noktaya sahipler.
Katalonya
Katalonya'da da benzer bir gelişme gördük. 2017 yılına kadar Katalan ulusal hareketi pek çok açıdan İskoçya'daki gelişmelerle aynı aşamaya gelmemişti. Ancak 1 Ekim 2017'de Katalonya'daki milliyetçi liderler bağımsızlık referandumu düzenlemeye çalıştı. Beklentileri İspanyol Devleti’nin referandumu ezip geçeceği ve kendilerinin de politik olarak güç ve sermaye elde edeceği yönündeydi. Gerçek bir dövüşü kaldıracak mideleri kesinlikle yoktu.
Çürümüş İspanyol devleti, Franco dönemini anımsatan baskı seviyeleriyle tepki gösterdi. Aslında, gerici İspanyol kapitalist sınıfı, ulusal sorunu hiçbir zaman çözmedi ve belirleyici anlarda İspanyol devletini ancak acımasız baskılarla bir arada tutabildi.
Ancak, milyonlarca Katalan işçi, İspanyol devletinin acımasız baskısına karşı referandumu savunmak için seferber olduğunda, tüm taraflar şaşkına döndü.
Trotsky bir keresinde milliyetçiliğin "olgunlaşmamış bir Bolşevizm'in dış kabuğu" olabileceğini söylemişti. Bunu, İspanyol devlet baskısına cesurca karşı koyan binlerce solcu Katalan itfaiyeci, hemşire ve okul öğrencisinin “milliyetçiliği” ile haklı olarak söyleyebiliriz.
Bununla birlikte, milliyetçilik yeni başlayan bir faşizmin dış kabuğu da olabilir. Bunu, Katalonya'daki olaylara tepki olarak İspanyol müesses nizamının -Franco rejimi kalıntılarının- gerici bir tarzda kamçıladığı İspanyol milliyetçiliğinde görüyoruz.
Katalonya'daki olaylar, solun ulusal sorunda doğru bir tutum benimsemesinin ne kadar önemli olduğuna dair daha da çarpıcı bir ders veriyor. Sol Parti ve Podemos, acıklı bir şekilde Katalan ve İspanyol milliyetçiliği arasında “eşit mesafede” bir pozisyon aldı - sanki ikisi eşitmiş gibi!
PP, Ciudadanos ve Vox gibi partiler tarafından temsil edilen İspanyol milliyetçiliği, çürümüş, sağcı ve faşist bir geleneğe sahiptir. Ancak Katalan bağımsızlık hareketinin ilerici, cumhuriyetçi bir içeriği var. Podemos liderlerinin aksine, Katalonya'daki Marksistler bu nedenle şu sloganı öne sürdüler: İber devriminin kıvılcımı olarak Katalan Sosyalist Cumhuriyeti için ileri!
Kürdistan
Orta Doğu ölmekte olan kapitalizmin yarattığı acı ve ıstırapları hiçbir bölgenin görmediği kadar şiddetli görmüştür. Arap Baharı'nın ardından emperyalist güçler ayaklarının altındaki zeminin parçalandığını hissettiler. Oluşturdukları güç dengesi bozuldu. Suriye'de bu, en gerici sonuçlarla birlikte bir nüfuz mücadelesine yol açtı.
Devrim ve karşı devrimin hızlı değişimi, dünyanın vatansız en büyük ulusal grubu olan Kürt halkının kaderini derinden etkiledi. Kırk milyon Kürt, çoğunlukla Türkiye, Suriye, Irak ve İran arasında bölünmüş durumda.
Suriye Devrimi 2011'de başladığında, işçilerin iktidara gelmesi yönünde hareket edebilirdi. O sırada Suriye'de devrimci bir parti olsaydı, Ortadoğu'da sosyalist bir federasyon ihtiyacı sloganını yükseltirdi, her şeyden önce işçi sınıfının birliğine ve farklı kesimler için özerklik hakkına olan ihtiyacı vurgulardı. Suriye’nin en kalabalık bölgelerinde çok sayıda etnik ve dini grup vardır, bunlar sadece Araplar ve Kürtler değil, aynı zamanda Sünniler, Aleviler, Dürziler, Hıristiyanlar ve diğer dini gruplardır.
Ancak iç savaşın başlaması ve muhalefette İslamcıların artan hakimiyeti ile gericiliğin ağırlığı kuzey Rojava bölgesindeki Kürtleri kendi işlerinin kontrolünü ele almaya yöneltti. Bu arada Irak sınırında, Kürt bölgeleri giderek devletin geri kalanından ayrılmıştı. Bağdat'ta mezhepçi bir rejim tarafından ezilen Kürtlerin ayrılma arzusunu anlamak kolaydır.
Bu paralel gelişmeler, milyonlarca Kürdün hayallerinde kendi devletlerinin kurulmasının yakın olabileceği fikrini ateşledi.
Irak Kürdistanı'nda sağcı bir milliyetçi olan Barzani, bu bağlamda 2017'de %92,73 gibi büyük bir çoğunlukla kazanılan bağımsızlık referandumu çağrısında bulundu. Sonuç neydi? Bölgedeki güçler, bunun kendi sınırlarında yaşayan Kürt halkları arasında yaratacağı yankıdan korkarak, Barzani'yi ve Irak Kürtlerini sindirmek için harekete geçti. Hem İran hem de Türkiye sınırlarını kapatırken, Irak rejimi petrol akışını kesmek için Kerkük'e asker gönderdi.
Bir dipnot olarak, Barzani çetesinin kontrolünü Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerin ötesine, Kerkük gibi şehirlere ve karma bir nüfusun olduğu başka yerlere genişletmeye çalıştığını da belirtmek gerekir. Dünyayı siyah-beyaz olarak basite indirgemek fikri cezbedicidir; ezilen ve ezen uluslar. Ama ezilen uluslardaki burjuvazi, daha genel olarak, bizzat ezenlerin kendisi olmayı arzuluyor!
ABD ise Kürtlerin ulusal haklarını korumak için hiçbir şey yapmadı. IŞİD'in yükselişinden bu yana ABD, bölgenin en yetkin savaş gücü olarak Kürtlere giderek daha fazla bel bağladı. Marksistler, ABD ve diğer emperyalist güçlerin Kürtleri ve diğer küçük ezilen ulusları birbirleriyle ilişkilerinde bozuk para gibi harcayacağı konusunda uyardılar. Bunun ne kadar doğru olduğu ortaya çıktı.
Bu mücadele bağlamında Marksistler Kürt halkının bağımsızlık hakkını desteklediler. Aynı zamanda bu bağımsızlığın ancak Türkiye'de Erdoğan'ın, İran'da ise Ayetullahlar vb. iktidarların tüm bölge işçileri tarafından devrilmesiyle elde edilebileceğini açıkladık ve gelişen olaylar bunu kanıtladı.
Başka bir deyişle, demokratik, bağımsız bir Kürdistan ancak Ortadoğu Sosyalist Federasyonu mücadelesinin bir parçası olarak elde edilebilir. Burjuva ve küçük burjuva milliyetçi liderlerin Kürt sorununun böyle bir çözümünden açıkça hiçbir çıkarları yoktur.
Kürdistan'da emperyalizm altında ezilen halkların kendi kaderini tayin etme mücadelesinin, işçi sınıfının sosyalizm için uluslararası mücadelesine nasıl yakından bağlı olduğu, belki de başka hiçbir yerde olmadığı kadar açıkça görülebilir. Gerçekten de, enternasyonalist ve sınıfsal bir bakış açısı olmadan, Orta Doğu'nun her yerinde var olan karmaşık ulusal çelişkiler düğümünü çözmek imkansızdır ve halk için sadece bir sefalet ve ıstırap kaynağı haline gelir.
Basit bir süreç değil
Kapitalizmin İskoçya, Katalonya, Kürdistan gib bölgelerde yarattığı kriz ilerici ulusal mücadelelerin ortaya çıkmasına yol açarken, başka yerlerde burjuvazi yükselen sınıf mücadelesinin önünü kesmek için ulusal sorunu kamçıladı. Egemen sınıf için bu işleri iç savaşın eşiğine getirmek anlamına gelse bile güçlerinin ve ayrıcalıklarının ellerinden kayıp gitmesine izin vermektense çok daha fazla tercih edilir oldu.
1968-69'da Kuzey İrlanda'da Fransa'daki olaylardan esinlenen Sivil Haklar hareketinin patlaması devrimci özellikler kazandı. İngiliz kapitalist sınıfı, gelişmeleri bilinçli olarak sınıf mücadelesinden uzaklaştırıp mezhepçiliğe doğru itti.
Muhafazakarlar, mezhepçi cinayetleri gerçekleştirirken sadık paramiliterlerle aktif olarak işbirliği yaptı. Bu arada, Güney İrlanda'daki burjuvazinin bir bölümü, sağcı, anti-komünist bir teşkilat olan Provisional IRA örgütüne para ve silah kanalize etti. PIRA'nın bireysel terör kullanması aslında mezhep ayrımını genişletti. Bu, İngiliz egemen sınıfı için birleşik, devrimci bir işçi sınıfıyla yüzleşmekten çok daha fazla tercih edilir bir durumdu.
2018'in başlarında Pakistan'da Peştun Tahaffuz Hareketi’nin (PTM) büyümesini gördük. Pakistan, 1947'de Hindistan'ın bölünmesiyle paralel olarak İngiliz emperyalizmi tarafından yapay olarak kuruldu. Bu durum suç ve toplumsal şiddet yoluyla iki milyondan fazla insanın ölümüne yol açtı. Bugüne kadar ulusal sorun çözülmedi. Keşmir'de Pakistan ve Hindistan'da bulunan yönetici sınıfın bu açık yaraları kendi çıkarlarını ilerletmek ve ülkelerindeki ulusal şovenizmi canlandırmak için nasıl kullandığını görüyoruz.
Pakistan'da kapitalist sınıf istikrarlı, demokratik bir devlet yaratamıyor. Aksine, ağırlıklı olarak Pencap bölgesinde yerleşik olan yönetici sınıf, ayrılıkçı güçlerin Pakistan'ı parçalamasını önlemek için acımasızca baskı kullandı. Yerleşik Peştun bölgelerinde bu, sevdiklerinin sonuçlarından korktukları için konuşamadıkları binlerce kaçırılma olayına yol açtı.
Ancak 2018'de bu durum kırılma noktasına ulaştı. PTM çatısında toplanan yüz binlerce mazlum Peştun kitlesel yürüyüş ve mitingler düzenledi. Ancak Pakistan'da ezilen tek milliyet Peştunlar değil. Ezilen Hazaralar, Beluçlar gibi halklar da PTM'den ilham aldı.
Pakistan devleti, bu hareketin diğer ezilen grupların mücadelesiyle bağlantı kurabileceğinden ve Pakistan'daki sınıf mücadelesine muazzam bir hızlandırıcı etken oluşturabileceğinden ölümüne korkuyordu. Gerçekten de Marksistler, PTM'nin Peştun mücadelesini diğer ezilen grupların mücadelesiyle ve her şeyden önce işçi mücadeleleriyle paralel yürütmesini kesin bir dille savundular.
O zaman Pakistan'ın egemen sınıfının, PTM hareketini tamamen milliyetçi hatlara itmek isteyenlere karşı oldukça olumlu bir tavrı olması şaşırtıcı olmamalı. Bu milliyetçiler ne yazık ki PTM liderliğine girmede belirli ölçüde başarı elde ettiler. Böylece umut verici bir hareket olarak başlayan hareket, egemen sınıf tarafından bilinçli olarak milliyetçi çizgiye doğru saptırıldı.
Somut bir soru
Sadece bu birkaç örnekten bile ulusal sorunun ne kadar çok yönlü olabileceğini görebiliriz. Hiçbir ulusal sorun diğerine benzemez. Ulusal sorunlar devamlı olarak değişiklikler gösteriyor. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.
Burjuva ve küçük-burjuva milliyetçileri milliyetçiliği sıklıkla kendi amaçları için kullanacaklardır: ya bunu işçi sınıfını bölmek ya da kendi çıkarları için ayrıcalıklar gasp etmek için kullanacaklardır. Egemen sınıf, ulusal farklılıkların engelleri kaldırmak ve işçileri bölmek için nasıl kullanılabileceğinin oldukça bilincindedir.
Marksizmin yöntemi ise tam tersine, sınıfın geri kalanını kapitalistlerin dikte ettiği ulusal, ırksal ve dini bağnazlıktan uzaklaştırmak için gerekli olan fikirler, sloganlar ve politikalarla en ileri, sınıf bilincine sahip işçiler olarak donatmayı amaçlar.
Ancak doğru sloganları, doğru politikaları ve doğru talepleri bulmak kolay bir iş değil. Bu konuda önceden hazırlanmış formüller mevcut değildir. Bunun yerine, dinamiklerini ortaya çıkarmak için önce her soruyu dikkatlice incelemek gerekir. Her şeyden önce ulusal sorun bir süreç olarak görülmelidir. Bu süreçte, farklı sınıfların değişen tutumları, doğru bir değerlendirme yapabilmek için önceliklidir.
Neyse ki bize yardımcı olmak için, Marx, Engels, Lenin ve Trotsky gibi önderlerin geride bıraktığı, tüm Marksistler ve sınıf bilincine sahip işçiler tarafından incelenmesi gereken zengin bir literatür var. Bu engin birikim, Marksistler için geçmişte bu sorularla yüzleşirken edinilen yoğun deneyimleri içerir.
Kapitalizmin çelişkileri bundan sonra daha da keskinleşecek. Ulusal düşmanlıklar daha da ağırlaşacak. Yanıt olarak, ulusal soruna ilişkin açık ve net bir politikayla silahlanmalıyız.